Ülkemiz koşullarından olsa gerek, yaşamını sanat alanında sürdürmek isteyen ya da sanatı yaşamının bir parçası yapmak isteyenler bu tercihlerini ancak ekonomik açıdan kendilerini desteklemeye yarayacak başka iş kollarında çalışarak gerçekleştirebiliyorlar. Ülkemiz fotoğraf camiasına baktığımızda da durum pek farklı değil. Fotoğraf yolculuklarına attıkları ilk adımla bu alanda çalışmaya başlayan az sayıdaki fotoğrafçıyı saymazsak, bugün çalışmalarına rastladığımız isimlerin çoğunun fotoğrafçılık dışından bir meslekten elde ettikleri gelirle fotoğraf çalışmalarını finanse ettiklerini görebiliriz.
Durum böyle olunca pek çok sanatçı gibi, fotoğrafçılar da üretimlerini paylaşacakları sergiler, kitaplar ya da katalog çalışmalarını gerçekleştirmek için oldukça büyük emek ve çaba sarfetmek zorunda kalıyorlar. Elbette ulaşılan sonuçlar tüm çabalara değiyor olmalı ki, tüm zorluklarına rağmen sanat emekçileri kendilerini sanat alanında var etmeye devam ediyorlar.
Kadir Ekinci, fotoğrafla tanıştığı 1992 yılından beri kendini var etme yöntemi olarak seçtiği bu yolculuğu yukarıda sözünü ettiğim şekilde sürdüren fotoğrafçılarımızdan biri. Kendisi halen bir kamu kuruluşunda çalışıyor. Bugüne kadar olan süreçte fotoğrafları ile çeşitli sergilere katılmış, ödüller almış, iki projesini kişisel sergi olarak izleyici ile buluşturmayı başarmış. En önemlisi bugün artık 20 yıllık emeğin ürünlerini paylaştığı bir kitabı var: Sessiz ve Uzak Işık.
Fotoğrafın dili özel bir dil. Sanatın her alanında olduğu gibi fotoğraf alanında da bu dili hakkını vererek kullanabilmek için işin eğitimini almak, tekniğini iyi bilmek ve kullanabilmek yeterli değil. Hem sanatın diğer alanları hem de sosyoloji, felsefe gibi farklı disiplinlerle ilişkide olmak, içinde yaşadığımız toplumun dinamiklerini takip etmek, tüm bunları içine alan bir sanatçı duyarlılığına sahip olmak gerekiyor. Ancak fotoğraf, fotoğrafçının tercihleri ile yaşamın belirli bir parçasının birebir yaşamdan koparılması, yani bir çeşit yaşamın kopyası olduğundan, fotoğraf alanında özgün bir eser ortaya çıkarmak için fotoğrafçının kimliğinin fotografik olarak fotoğrafta kendini göstermesi bu işin en önemli koşullarından biri. Aksi durumda birbirinin kopyası fotoğraflar üreterek fotoğraf alanında “ben varım” diyebilmek mümkün değil.
Her insanın kendine doğru bir yolculuğu vardır. Bu yolculuğun şekli herkese göre değişir. Fotoğrafçının seçtiği yolculukta fotoğrafçı fotoğrafını kendi ile karşılaşmak, belki bir nevi kendi ile dertleşmek, belki kendileri ile yüzleşmek, belki de kendilerini anlamak için yapar. Fotoğrafçının, kendine yakınlaşmak için yaptığı bir yolculuk. Fotoğrafçı bu yolculukta ne kadar dürüstse, ne kadar samimi ise, ne kadar doğalsa fotoğrafları da o oranda fotoğrafçının oluyor, fotoğrafçının söylemek istediklerini tüm saflığı, çıplaklığı ile yansıtabiliyor. Ve fotoğrafçı ancak kendisinde olan bir şeyi anlatabilir, olmayanı anlatabilir mi?
Kadir Ekinci’nin çalışmalarına baktığımızda görüyoruz ki, fotoğraflarına konu olanlar Ekinci’nin kendi yaşamının parçaları, bu yaşamda kendi arayışlarının dile gelişi. Ekinci her insanın kendine dair sorgulamaları için uzaklara gitmeyi, arayışlarını uzaklarda aramayı değil, en yakınında, geçmişi ve şimdisi içinde aramayı seçmiş. Fotoğrafın teknik dilini ve bu dili etkileyen disiplinleri hikayesinin anlatımını güçlendirmek için kullanmış.
Sessiz ve Uzak Işık Ekinci’nin yıllardır sürdüğü projeler içinde öne çıkan iki çalışmasının, Sessiz Işık ve Uzak Işık projelerinin fotoğraflarından oluşuyor. Her iki projenin de çalışma süresi 3 yıl sürmüş. Sessiz Işık fotoğrafları 2001 yılında İstanbul ve Ankara’daki kişisel sergilerde izleyici ile buluşmuş. Uzak Işık ise Ocak 2010’da Ankara’da sergilendi. Sessiz Işık’ta, Kars doğumlu olan Ekinci’nin, daha çok kendi yaşam alanlarında çekmiş olduğu kavramsal çalışmalar bulunuyor. Uzak Işık’ta ise Ekinci’nin gözünden bir kent olarak Kars anlatılıyor. Ancak bu anlatım alışıldık kent fotoğraflarına benzemiyor, Ekinci’nin fotoğrafik tercihleri ile masal tadında fotoğraflarla karşılaşıyoruz. Bir kent hikayesini bir masalı izler gibi izliyoruz fotoğraflarda. Bu fotoğraflar bir masal gibi, ama aynı zamanda çok sahiciler. Belki bu yüzden her fotoğrafta kendimizden bir parça var gibi. Yaşamın bizi en mutlu eden ve en unutamadığımız zaman parçaları da böyle değil midir? Hem masal gibidir hem de gerçek…
Albümün başında Türkiye fotoğrafının değerli isimlerinin Sessiz ve Uzak Işık’a dair yazıları yer alıyor. Fotoğraf ve eğitim çalışmalarını Ankara’da sürdüren fotoğrafçılarımızdan Tuğrul Çakar yazısında şöyle diyor:
“Ekinci’nin çalışmalarındaki farkı görebilmeleri açısından, fotoğrafın uzun yoluna yeni çıkmış olanların yeniden düşünmeleri gerekir. Ekinci, çalışmalarını orada, doğup büyüdüğü topraklarda sürdürmenin önemini, beyninde kalan izlerle birleştirip çocukluğunun geçtiği yere, köyüne gittiğinde, bir anlamda yolu yarılamış oluyordu. Fotoğraf uzağınızda değildir. Onu bulabilmek için uzağa gitmenize gerek yoktur. Yapmaya çalıştığınız fotoğraf akıp giden yaşamın içinden çekip çıkaracağınız an parçaları bile olsa, görüntülerinizi gözünüze en yakın yerde, beyninizde aramanız gerekir.”
Fotoğrafları bilgisayar ekranlarından değil de sergilerde ya da albümlerde görmek elbette çok farklı. Ekinci’nin albümü Türkçe-İngilizce olarak hazırlanmış 180 sayfa ve 30×30 ebadında bir kitap. 1000 adet basımı yapılan albümün Uzak Işık bölümünde 40, Sessiz Işık bölümünde 40 olmak üzere toplam 80 adet siyah beyaz fotoğraf yer alıyor.
Fotoğraf, bir deklanşör basımı kadar bir anda üretiliyor gibi görünebilir. Kaldı ki gerçekten de öyledir. Ancak fotoğrafı o kısacık ana indirgeyen kimliğinden, bazen birkaç ömürlük bir geçmişi ve geleceği buluşturan kimliğine doğru derinleştirmek, anlamını çoğaltmak deklanşöre basanın kimliği, onun duyarlılığı ile gerçekleşiyor. Fotoğraf kolay olduğu için bugün hemen herkes fotoğrafçı! Ama aynı zamanda fotoğraf zordur, hem de çok zordur, bu yüzden “fotoğrafçı” olmak, olabilmek de zordur.
Belgesel fotoğraf ve foto röportajın önemli isimlerinden Özcan Yurdalan, albümdeki yazısında fotoğrafın bu kolaycılığını kullanarak fotoğraf üretenleri eleştiren albümdeki yazısında şunları söylüyor:
“İnsan denilen canlı bu gezegendeki kısa hayat hikâyesini anlatırken neler gördüğünü ifade eder ancak neleri gözden kaçırdığını fark etmiş olması da bir o kadar önem taşır. Bu nedenle fotoğrafçılar en talihsiz canlı türüdür. Çünkü bir ömür boyu çekip gösterdikleri fotoğraflar aslında kendi hayat hikâyelerinden başka bir şey değildir. ‘Ben bunları gördüm’ diyen fotoğrafçıyı görüp göstermediklerinden ötürü kimse sorumlu tutamaz. Oysa tarihte iz bırakan görüntülerle yaşamın hakkını veren ve değişim sürecine katılmayı beceren fotoğrafçılar, gözden kaçırılanların, kamusal alanda görünmez kılınanların farkına varmış olanlardır. Yani klişelerden uzak duranlar, cevaplar yerine soruların peşine düşenler, fotoğrafı bir anlama çabasının aracı kılanlar…”
“Kadir’in 2007-2009 yılları arasında defalarca gidip gelerek fotoğraflar çektiği Kars bir büyük dünya. Bu albümde yer alan fotoğraflar bu dünyaya dahil olmanın, şehrin derinliklerine nüfuz edebilmenin ilk adımı sayılabilir.
Bir ışığın peşine düşmüş fotoğrafçının ilk adımı, neden o ışığın kendisinden uzak olduğunu sormaktır. Ben de bu fotoğraflara Kars hakkında verilmiş bir cevaptan çok o sorunun kendisidir diye baktım:
Bazı ışıklar bize neden uzaktır?”
Özcan Yurdalan’ın çok yerinde tespitleri kapsamında Kadir Ekinci’nin çalışmalarına bakıldığında, bu fotoğrafların önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu fotoğrafların en önemli özelliği samimi olmalarıdır. Doğal olmalarıdır. Dürüst olmalarıdır. Ekinci’nin “güzel” anlayışı izleyiciye oynayan bir anlayış değildir. Ekinci uzakta kalmış özünün peşindedir. Başkalarına değil kendine anlatma kaygısı vardır, kendi sorularının peşine düşmüştür. İzleyici fotoğraflara baktığında kendine yakın bulacaktır, çünkü izleyici de kendi sorularını bulacaktır bu fotoğraflarda.
Özcan Hocamızın dediği gibi, sahi “Bazı ışıklar bize neden uzaktır?”
Şule Tüzül
Ocak 2011