SESSİZ IŞIK
Fotoğraflar aracılığıyla bize ulaşanların tümü farklı duygular uyandırabilir; gerçeklik, yerindelik, gerçek ötesi mi ve büyüleyicilik. Çoğu zaman farkında olmadan o büyüyü hissetmek isteriz.
Çağlar boyu bilerek ya da bilmeyerek kendi gerçekliğinin peşinde koşan insanoğlu, etkilendiğinin gerçekliğinden kuşku duyacak noktaya geldi günümüzde. Yoğun teknolojik harikalar bombardımanı, bilgiye ulaşmayı olağanüstü bir macera olmaktan çıkarıp sıradanlaştırdıkça büyü giderek yok oluyor.
Aradığını artık bulduğu sanısıyla aldanmaya eğilimli insanoğlu (kimse),içindeki korkunç boşluğun varlığını ancak doldurulabilirlik olasılığıyla algılar durumda.
Fark etmeden bize yakın gelen puriten olandır. Dengeyi, doğal ışık, yaşanan gerçeklik, kaybolmaya yüz tutan insan varlığı üçgeninde kuran belgesel fotoğraflar bizi içine alıyor. Bugün, fotografla kendi gerçekliğini ifadeye çalışmanın en zor olduğu gün. Sanıldığı gibi Binlerce kart, banyo, kamera seçenekleri bizlere daha kolay anlatma olanağını değil, nasıl daha sersemlenir’i gösteriyor.
Bu güç koşullarda iletişimin ancak kendine yolculukla sağlanabileceğini bulan bir kamera arkası adamının gösterdikleri kim bilir bekli de silkeler hepimizi.
Sevgiyle, inançla, ancak her bir kareye sahip çıkmakla izleyiciye ulaşılabileceğini iyi gören bir göz. O sahiplendikçe bize de bizim gibi geliyor fotoğraflar. Size yapay gibi gelen doğal ışığın ta kendisi, hepimize yakın gelen de.
Her bir karede karşımıza çıkan, teknik açıdan ustaca dengelenmiş, yoğun ve titiz bir laboratuar çalışması ve deneyimi inkar etmeyen siyah-gri-beyaz dengesi, neyse ki umuda açılışta beyazda-akda-karar kılıyor. Fotoğraflar, siyah-beyaz çalışmanın çekiciliği ile görüntülerin özyaşam yansımaları olmasının bir bileşimi.
Sergiden, her şeyin yerli yerinde olmasının bize verdiği güvenle, nedenini bilmediğimiz bir ferahlıkla ve orda uzaktaki köyün bizim olduğunu söyleyenlerin yalan söylememiş olduklarını anlamanın verdiği huzurla ayrılıyoruz…
Ocak 2001
Nilgün Günden Göğer
UZAK IŞIK
Herkes kendi halinde… Kasketli amca, kahvedeki dayı, parlak eşarplı kız, kalpaklı dede, camiye doğru gece ışığında yürüyen ahbaplar, yem çuvalı taşıyan teyze. Hepsi kendi halinde…
Her şey mi durağan, yoksa dondu mu zaman? Bu ıssızlıkta tren garının bir 2. peronu olması, hatta otomobiller şaşırtıyor insanı. Kim nereye niye gidip gelir ki? Durmuş, oturmuş, dengede ama süre giden geceler gündüzler… Acaba hiçbir şey bozulmasın, hep aynı kalsın diye mi bu soğuk?
Bize bakan kalpaklı amcadan karlı yollara, olağanüstü taş binalara kadar her şey bir Dostoyevski romanını çağrıştırıyor. Gardaki adam, eğri büğrü tren rayları, hüzünlü tren garı, bir adam, yine yalnız bir adam daha, köpek de yalnız. Az biraz neşe olmaz mı derken oyun çocukları ve bir düğün çıkıveriyor karşımıza. Bir de atların çektiği kızağında bile ay yıldız olan o.
Tüm fotoğraflar da kendi halinde. Her şey içinde bulunduğu ortama öylesine uygun ki. Tüm bunlar, bu siyah — beyazlık ve tüm fotoğrafları Kadir’e çok yakışmış. A. Kadir Ekinci artık şu noktada: Bir yerde bir fotoğraf görürüz ve hiç düşünmeden bu Kadir’in deriz.
Aralık, 2009
Nilgün Günden Göğer